20 Nisan 2014 / Pazar 15:00 - Kadıköy Thales Kafe
Onca Yoksulluk Varken - Emile Ajar / Tema: Fransız Edebiyatı
1975'te Fransa'nın en prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü'ne layık görülen "Onca Yoksulluk Varken", bir hayat kadınının oğlu olan Arap bir çocuğun, fahişe çocuklarına bakan Yahudi Madam Rosa'yla birlikte geçen hayatını anlatır. Ve aynı ödülü 1956'da "Cennetin Kökleri" kitabıyla kazanmış olan Romain Gary'nin, daha sonra açıkladığı üzere, "Yalnızca kendim olmaktan bıkmıştım," gerekçesiyle 'Emile Ajar' müstear adıyla yayınlamış olduğu bir romandır.
1975'te Fransa'nın en prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü'ne layık görülen "Onca Yoksulluk Varken", bir hayat kadınının oğlu olan Arap bir çocuğun, fahişe çocuklarına bakan Yahudi Madam Rosa'yla birlikte geçen hayatını anlatır. Ve aynı ödülü 1956'da "Cennetin Kökleri" kitabıyla kazanmış olan Romain Gary'nin, daha sonra açıkladığı üzere, "Yalnızca kendim olmaktan bıkmıştım," gerekçesiyle 'Emile Ajar' müstear adıyla yayınlamış olduğu bir romandır.
6 Nisan 2014 / Pazar 15:00 - Kadıköy Thales Kafe
Yabancı - Albert Camus / Tema: Fransız Edebiyatı
"Albert Camus"nün ( 1913-1960) en tanınmış, en çok yabancı dile çevrilmiş, en çok incelenmiş ve hala en çok satan kitaplar arasında yer alan "Yabancı", aynı zamanda yazarın en gizemli yapıtı. Ölümün egemen olduğu bir "varlık"ın en anlamsız olgularını saçma bir düzensizlik içinde yaşayan bu romanın başkişisi "Meursault", bir simge kahraman değildir, "adı" olmayan bir "Yabancı"dır; bu eksik kimlik, gerçeklikten algıladığı şeyi yapılandıramayan, yeniden örgütleyemeyen, ama gerçekliğin yankılarını yakalamaya çalışan bir boş bilincin imgesidir. Onun kayıtsızlığı ve edilgenliği, işte bu boş bilincin ürünüdür. Yabancı, büyüleyici gücünü, içinde barındırdığı trajedi duygusuna borçlu: Bir türlü ele geçirilemeyen anlamın sürekli aranması, bilinç ile toplumsal dünya arasındaki çatışma... Camus'yle buluşanların hiçbiri, onunla karşılaşınca hayal kırıklığına uğramamıştır. "Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir," der Camus. Giderek daha çok sevilen bir yazar olması, onun bu sevgisinin yansımasından başka bir şey değildir.
"Albert Camus"nün ( 1913-1960) en tanınmış, en çok yabancı dile çevrilmiş, en çok incelenmiş ve hala en çok satan kitaplar arasında yer alan "Yabancı", aynı zamanda yazarın en gizemli yapıtı. Ölümün egemen olduğu bir "varlık"ın en anlamsız olgularını saçma bir düzensizlik içinde yaşayan bu romanın başkişisi "Meursault", bir simge kahraman değildir, "adı" olmayan bir "Yabancı"dır; bu eksik kimlik, gerçeklikten algıladığı şeyi yapılandıramayan, yeniden örgütleyemeyen, ama gerçekliğin yankılarını yakalamaya çalışan bir boş bilincin imgesidir. Onun kayıtsızlığı ve edilgenliği, işte bu boş bilincin ürünüdür. Yabancı, büyüleyici gücünü, içinde barındırdığı trajedi duygusuna borçlu: Bir türlü ele geçirilemeyen anlamın sürekli aranması, bilinç ile toplumsal dünya arasındaki çatışma... Camus'yle buluşanların hiçbiri, onunla karşılaşınca hayal kırıklığına uğramamıştır. "Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir," der Camus. Giderek daha çok sevilen bir yazar olması, onun bu sevgisinin yansımasından başka bir şey değildir.
16 Mart 2014 / Pazar 15:00 - Kadıköy Thales Kafe
Kalpazanlar - Andre Gide / Tema: Fransız Edebiyatı
André Gide'in Kalpazanlar'ın yirminci yüzyıl Fransız romanındaki konumu ancak, Marcel Proust'un Yitik Zamanın Ardında'sının konumuyla karşılaştırabilir. Tıpkı Proust'un büyük yapıtı gibi, Gide'nin yazdığı bunca anlatı arasında roman adını verdiği tek yapıt olan Kalpazanlar da aynı zamanda hem roman, hem roman üstüne düşünce, hem öyküler anlatan bir yapıt, hemde yapıtın öyküsü olmak ister. Bunu yaprken gerçekleştirmeye çalıştığı bir başka amaç da, roman sanatını baştan sona yenilemektir. Bu son amaca, tam olarak ulaşıldığını söylemek zordur. Ama arayış öyle usta bir anlatım, öyle canlı ve çekici yüzler, öyle ilginç oluntular aracılığıyla sürdürülür ki, bir yandan büyük bir yazın serüveni karşısında bulunduğumuzu duyar, bir yandan kişilerin serüvenlerini kendi serüvenlerimiz gibi yaşarız.
André Gide'in Kalpazanlar'ın yirminci yüzyıl Fransız romanındaki konumu ancak, Marcel Proust'un Yitik Zamanın Ardında'sının konumuyla karşılaştırabilir. Tıpkı Proust'un büyük yapıtı gibi, Gide'nin yazdığı bunca anlatı arasında roman adını verdiği tek yapıt olan Kalpazanlar da aynı zamanda hem roman, hem roman üstüne düşünce, hem öyküler anlatan bir yapıt, hemde yapıtın öyküsü olmak ister. Bunu yaprken gerçekleştirmeye çalıştığı bir başka amaç da, roman sanatını baştan sona yenilemektir. Bu son amaca, tam olarak ulaşıldığını söylemek zordur. Ama arayış öyle usta bir anlatım, öyle canlı ve çekici yüzler, öyle ilginç oluntular aracılığıyla sürdürülür ki, bir yandan büyük bir yazın serüveni karşısında bulunduğumuzu duyar, bir yandan kişilerin serüvenlerini kendi serüvenlerimiz gibi yaşarız.
2 Mart 2014 / Pazar 15:00 - Kadıköy Thales Kafe
Bulantı - Jean-Paul Sartre / Tema: Fransız Edebiyatı
20. yüzyılın önde gelen aydınlarından Jean-Paul Sartre, romanları, oyunları ve düşünce yazılarıyla varoluşçuluk düşüncesini olduğu kadar bütün bir yüzyılı da derinden etkilemiştir.
Bulantı, 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre'ın ilk romanı. Bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçu akımın sözcülüğünü üstlenen Sartre, adını 1938'de yayımlanan bu romanıyla duyurmuştu. Günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin'in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin'in kendi bedenine de yönelikti. Kimi eleştirmenler romanı hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirdilerse de, Bulantı, yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, sonradan Sartre'ın felsefesinin temellerini oluşturacak birçok konuya yer veren özgün bir yapıttı. "Varoluş"la yüz yüze gelen Roquentin'in geçirdiği değişimi anlatan Bulantı, varoluşçuluğun kült kitaplarından biri oldu. 20. yüzyıl roman sanatında da önemli bir yeri olan bu kitabı, Selâhattin Hilâv'ın usta işi çevirisiyle sunuyoruz.
20. yüzyılın önde gelen aydınlarından Jean-Paul Sartre, romanları, oyunları ve düşünce yazılarıyla varoluşçuluk düşüncesini olduğu kadar bütün bir yüzyılı da derinden etkilemiştir.
Bulantı, 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre'ın ilk romanı. Bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçu akımın sözcülüğünü üstlenen Sartre, adını 1938'de yayımlanan bu romanıyla duyurmuştu. Günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin'in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin'in kendi bedenine de yönelikti. Kimi eleştirmenler romanı hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirdilerse de, Bulantı, yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, sonradan Sartre'ın felsefesinin temellerini oluşturacak birçok konuya yer veren özgün bir yapıttı. "Varoluş"la yüz yüze gelen Roquentin'in geçirdiği değişimi anlatan Bulantı, varoluşçuluğun kült kitaplarından biri oldu. 20. yüzyıl roman sanatında da önemli bir yeri olan bu kitabı, Selâhattin Hilâv'ın usta işi çevirisiyle sunuyoruz.
16 Şubat 2014 / Pazar 15:00 - Kadıköy Thales Kafe
Korkuyu Beklerken - Oğuz Atay / Tema: Türkiye Edebiyatı
Oğuz Atay'ın hikayeleri, gündelik hayatı kavrayış derinliği, anlatım zenginliği ve okuru alıp götürmedeki enerjileri bakımından romanlarından geri kalmaz. Kitaba adını veren hikayenin korkuyu beklerken kendini evine hapseden kahramanı, Atay'ın edebiyat güzergahındaki farklılığının en büyük kanıtlarından. Yazarın bu kitaptaki ilk hikayeyle varettiği "beyaz mantolu adam" da öyle.
Oğuz Atay'ın hikayeleri, gündelik hayatı kavrayış derinliği, anlatım zenginliği ve okuru alıp götürmedeki enerjileri bakımından romanlarından geri kalmaz. Kitaba adını veren hikayenin korkuyu beklerken kendini evine hapseden kahramanı, Atay'ın edebiyat güzergahındaki farklılığının en büyük kanıtlarından. Yazarın bu kitaptaki ilk hikayeyle varettiği "beyaz mantolu adam" da öyle.
2 Şubat 2014 / Pazar 15:00 - Kadıköy Thales Kafe
Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar / Tema: Türkiye Edebiyatı
Bir "ilk kitap", Türkçe edebiyatta yeni ve pırıltılı bir yazar... "Yeniçeriler kapıyı zorlarken" düşler üstüne düşüncelere dalan Uzun İhsan Efendi, kapı kırıldığında klasik ama hep yeni kalabilen sonuca ulaşmak üzeredir: "Dünya bir düştür. Evet, dünya... Ah! Evet, dünya bir masaldır." Geçmiş üzerine, dünya hali üzerine, düşler ve "puslu kıtalar" üzerine bir roman. Hulki Aktunç'un önsözüyle...
Bir "ilk kitap", Türkçe edebiyatta yeni ve pırıltılı bir yazar... "Yeniçeriler kapıyı zorlarken" düşler üstüne düşüncelere dalan Uzun İhsan Efendi, kapı kırıldığında klasik ama hep yeni kalabilen sonuca ulaşmak üzeredir: "Dünya bir düştür. Evet, dünya... Ah! Evet, dünya bir masaldır." Geçmiş üzerine, dünya hali üzerine, düşler ve "puslu kıtalar" üzerine bir roman. Hulki Aktunç'un önsözüyle...
19 Ocak 2014 / Pazar 15:00 - Kadıköy Kafe 26A
Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley / Tema: Bilimkurgu
"Cesur Yeni Dünya" bizi "Ford'dan sonra 632 yılına" götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, "annelik' ve 'babalık' pornografik birer kavram olarak görülür Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."
"Cesur Yeni Dünya"nın önemi yalnızca ardılları için bir standart oluşturması ve karamsar bir gelecek tasarımının güçlü betimlemesiyle değil, aynı zamanda 'birey yok edilse de süren macerasının' sağlam bir üslupta anlatılmasıyla da ilgili. Huxley, yapıtını ütopa geleneğinin kuru anlatımının dışına çıkarıp 'iyi edebiyat' kategorisine yükseltiyor.
"Cesur Yeni Dünya" bizi "Ford'dan sonra 632 yılına" götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, "annelik' ve 'babalık' pornografik birer kavram olarak görülür Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."
"Cesur Yeni Dünya"nın önemi yalnızca ardılları için bir standart oluşturması ve karamsar bir gelecek tasarımının güçlü betimlemesiyle değil, aynı zamanda 'birey yok edilse de süren macerasının' sağlam bir üslupta anlatılmasıyla da ilgili. Huxley, yapıtını ütopa geleneğinin kuru anlatımının dışına çıkarıp 'iyi edebiyat' kategorisine yükseltiyor.
5 Ocak 2014 / Pazar 15:00 - Kadıköy Kafe 26A
Solaris - Stanislaw Lem / Tema: Bilimkurgu
Kris Kelvin, Solaris'in yüzeyindeki okyanus üzerinde araştırma yapmak için bu gezegene gelir. Çalışmalarına başlayınca, acılı ve farklı anılarla yüklendiği bir deneyim yaşamaya başlar. Bir süre sonra, yalnız olmadığını, diğer araştırmacıların da benzer bir durumda olduğunu fark eder. Solaris gerçekten, kimsenin nasıl olduğunu ve sebebini bilmediği bu anıları yaratan nöral bir merkez olabilir mi?
Roman, yalnızca Freud'dan Jung'a uzanan çerçevedeki birçok psikanalitik kuramın örtülü tartışmalarını içermez, aynı zamanda ünlü "tüpteki beyin" örneğinin roman kurgusuyla somutlanmasıdır da... Tarkovski imzalı sinema uyarlaması da kendi alanının klasikleri arasında sayılan Solaris, hem Lem'in eserleri hem de 20. yüzyıl bilimkurgu edebiyatı için bir klasiktir.
Kris Kelvin, Solaris'in yüzeyindeki okyanus üzerinde araştırma yapmak için bu gezegene gelir. Çalışmalarına başlayınca, acılı ve farklı anılarla yüklendiği bir deneyim yaşamaya başlar. Bir süre sonra, yalnız olmadığını, diğer araştırmacıların da benzer bir durumda olduğunu fark eder. Solaris gerçekten, kimsenin nasıl olduğunu ve sebebini bilmediği bu anıları yaratan nöral bir merkez olabilir mi?
Roman, yalnızca Freud'dan Jung'a uzanan çerçevedeki birçok psikanalitik kuramın örtülü tartışmalarını içermez, aynı zamanda ünlü "tüpteki beyin" örneğinin roman kurgusuyla somutlanmasıdır da... Tarkovski imzalı sinema uyarlaması da kendi alanının klasikleri arasında sayılan Solaris, hem Lem'in eserleri hem de 20. yüzyıl bilimkurgu edebiyatı için bir klasiktir.
21 Aralık 2013 / Cumartesi 15:00 - Kadıköy Kafe 26A
Cinsellik ve Sosyalizm - Sherry Wolf / Tema: Toplumsal Cinsiyet & İktidar İlişkileri
"Modern toplumdaki homofobik, cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi ve diğer ayrımlar egemen sınıfın çıkarlarını yansıtır," diyen Sherry Wolf cinsel özgürlük mücadelesi ile insanın özgürleşme mücadelesi arasındaki bağı gözler önüne seriyor. Hem LGBT bireylere karşı hem de LGBT hareketinde ezberlenmiş tarihi, politik, toplumsal ve "bilimsel" önyargıları da güçlü biçimde sarsıyor. Eşcinsellik konusunda doğuştan mı, tercih mi yoksa çevresel faktörlerin sonucu mu gibi kısır tartışmalara meydan okuyarak, cinselliğin, toplumsal cinsiyetlerin ve cinsel kimliklerin nasıl "inşa edildiklerini" inceliyor.
Cinsellik ve Sosyalizm, yalnızca LGBT tarihi, politikası ve teorisini değil; cinsellik ve toplumsal cinsiyet konusundaki mitleri, bu konudaki toplumsal yargıların işlevlerini, kadın/erkek ikiliğinin kapitalizmde neden sürekli yeniden üretildiğini açık bir biçimde ortaya koyuyor. Marksizmin LGBT konusuna ve cinsel özgürleşmeye bakışının zamanla nasıl çarpıtıldığını, Ekim Devrimi'nin hemen ertesindeki söylemleri, sosyalizm iddiasındaki ülkelerin kapitalist rejimlere dönüşümüyle konuya yaklaşımları arasındaki paralelliği sergilerken aynı zamanda postmodern kimlik politikalarının ve queer teorinin LGBT mücadelesinde yarattığı sonuçları da eleştirel bir gözle değerlendiriyor.
"Modern toplumdaki homofobik, cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi ve diğer ayrımlar egemen sınıfın çıkarlarını yansıtır," diyen Sherry Wolf cinsel özgürlük mücadelesi ile insanın özgürleşme mücadelesi arasındaki bağı gözler önüne seriyor. Hem LGBT bireylere karşı hem de LGBT hareketinde ezberlenmiş tarihi, politik, toplumsal ve "bilimsel" önyargıları da güçlü biçimde sarsıyor. Eşcinsellik konusunda doğuştan mı, tercih mi yoksa çevresel faktörlerin sonucu mu gibi kısır tartışmalara meydan okuyarak, cinselliğin, toplumsal cinsiyetlerin ve cinsel kimliklerin nasıl "inşa edildiklerini" inceliyor.
Cinsellik ve Sosyalizm, yalnızca LGBT tarihi, politikası ve teorisini değil; cinsellik ve toplumsal cinsiyet konusundaki mitleri, bu konudaki toplumsal yargıların işlevlerini, kadın/erkek ikiliğinin kapitalizmde neden sürekli yeniden üretildiğini açık bir biçimde ortaya koyuyor. Marksizmin LGBT konusuna ve cinsel özgürleşmeye bakışının zamanla nasıl çarpıtıldığını, Ekim Devrimi'nin hemen ertesindeki söylemleri, sosyalizm iddiasındaki ülkelerin kapitalist rejimlere dönüşümüyle konuya yaklaşımları arasındaki paralelliği sergilerken aynı zamanda postmodern kimlik politikalarının ve queer teorinin LGBT mücadelesinde yarattığı sonuçları da eleştirel bir gözle değerlendiriyor.
1 Aralık 2013 / Pazar 15:00 - Kadıköy Kafe 26A
Müslüman Toplumlarda Cinsellik - Pınar İlkkaracan / Tema: Toplumsal Cinsiyet & İktidar İlişkileri
Müslüman toplumlarda cinsellik konusunda son yıllarda önemli çalışmalar yapıldı, ama bunları bir araya getiren bir derleme bugüne kadar yayınlanmamıştı. Türkiye, Filistin, Pakistan, Fas, Nijerya gibi farklı ülkelerden araştırmacıların makalelerinin yer aldığı Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, bu alandaki boşluğa dolduruyor. Kitapta cinsellik toplumsal bağlamına oturtularak olanca karmaşıklığı içinde farklı cepheleriyle inceleniyor: Cinselliğe ilişkin kültürel kurgular, cinsel politika, milliyetçilik ve köktendincilik gibi akımların cinselliğe yaklaşımları, modernleşmenin ve modern devletlerin oynadığı rol, tıp, hukuk, ataerkil düzen, baskı, şiddet, tecavüz, namus, bekaret, evlilik, haz... Yazarlar, İslam'ı tek bir öze indirgeyen kolaycı yaklaşımlardan titizlikle kaçınarak Müslüman toplumlarda çarpıcı bir çeşitlilik olduğunu gösteriyor, farklı toplumların ve tarihsel dönemlerin kendine özgü niteliklerini vurguluyorlar. Ayrıca gerek Müslüman toplumların kendi aralarında gerekse başka toplumlarla, özellikle Batı dünyasıyla yapılan karşılaştırmalar da analizlerin önemli bir parçasını oluşturuyor. Böylece, cinselliğin yalnızca "kişisel ve özel" bir mesele olmadığını, toplumsal iktidar ilişkilerinin merkezi bir unsuru olduğunu gösteren bir tablo çıkıyor karşımıza. Kendi alanında bir ilk olan bu derleme, yalnızca konunun uzmanlarına değil, bütün okurlara seslenen kapsamlı ve ufuk açıcı bir eser.
Müslüman toplumlarda cinsellik konusunda son yıllarda önemli çalışmalar yapıldı, ama bunları bir araya getiren bir derleme bugüne kadar yayınlanmamıştı. Türkiye, Filistin, Pakistan, Fas, Nijerya gibi farklı ülkelerden araştırmacıların makalelerinin yer aldığı Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, bu alandaki boşluğa dolduruyor. Kitapta cinsellik toplumsal bağlamına oturtularak olanca karmaşıklığı içinde farklı cepheleriyle inceleniyor: Cinselliğe ilişkin kültürel kurgular, cinsel politika, milliyetçilik ve köktendincilik gibi akımların cinselliğe yaklaşımları, modernleşmenin ve modern devletlerin oynadığı rol, tıp, hukuk, ataerkil düzen, baskı, şiddet, tecavüz, namus, bekaret, evlilik, haz... Yazarlar, İslam'ı tek bir öze indirgeyen kolaycı yaklaşımlardan titizlikle kaçınarak Müslüman toplumlarda çarpıcı bir çeşitlilik olduğunu gösteriyor, farklı toplumların ve tarihsel dönemlerin kendine özgü niteliklerini vurguluyorlar. Ayrıca gerek Müslüman toplumların kendi aralarında gerekse başka toplumlarla, özellikle Batı dünyasıyla yapılan karşılaştırmalar da analizlerin önemli bir parçasını oluşturuyor. Böylece, cinselliğin yalnızca "kişisel ve özel" bir mesele olmadığını, toplumsal iktidar ilişkilerinin merkezi bir unsuru olduğunu gösteren bir tablo çıkıyor karşımıza. Kendi alanında bir ilk olan bu derleme, yalnızca konunun uzmanlarına değil, bütün okurlara seslenen kapsamlı ve ufuk açıcı bir eser.
3 Kasım 2013 / Pazar 15:00 - Kadıköy Akademi Kitabevi & Cafe
Her Temas İz Bırakır - Emrah Serbes / Tema: Polisiye
Kızılay, Sakarya Caddesi, SSK İşhanı, Dil-Tarih, Atakule, öğrenci evleri... ve Emniyet... Cinayet Masası. Behzat Ç., "yeni müktesebata" uyum sağlayamamış, lambur lumbur, "dişli" bir başkomiser. Müzik dinlemez, polis telsizi dinler. Kitap okumaz, gazeteye spor sayfasından başlar. Herhangi bir siyasi görüşü yok. "İçimizden birinin" üçüncü sayfa haberlerine yansımış hali gibi, adı bile tam değil. 1. Amatör'de duran toplara iyi vuran bir stoperken, topçuluğu bırakıp başkalarını tekmelemeye başlamış. Mesela beş lira için kalbinden adam bıçaklayanları, on üç yaşında kızlara tecavüz eden, namus için en yakın akrabalarını vuranları... Kendi adalet anlayışı bakımından sorun yok; "it uğursuz" kimdir, belli gibi görünüyor... Ama acaba öyle mi? Behzat Ç.'yi ve onun adalet duygusunu da rahatsız eden işler olabiliyor bazen hayatta... At izinin it izine karıştığı bir cinayet... Kim, niye öldürsün bu kızı? Hem niye bu şekilde? Siyaset karışmış desek?.. Garip... Öğrenci âlemine, başka âlemlere, ama asıl polis âlemine dikiz atan, entrikası bereketli bir polisiye...
Kızılay, Sakarya Caddesi, SSK İşhanı, Dil-Tarih, Atakule, öğrenci evleri... ve Emniyet... Cinayet Masası. Behzat Ç., "yeni müktesebata" uyum sağlayamamış, lambur lumbur, "dişli" bir başkomiser. Müzik dinlemez, polis telsizi dinler. Kitap okumaz, gazeteye spor sayfasından başlar. Herhangi bir siyasi görüşü yok. "İçimizden birinin" üçüncü sayfa haberlerine yansımış hali gibi, adı bile tam değil. 1. Amatör'de duran toplara iyi vuran bir stoperken, topçuluğu bırakıp başkalarını tekmelemeye başlamış. Mesela beş lira için kalbinden adam bıçaklayanları, on üç yaşında kızlara tecavüz eden, namus için en yakın akrabalarını vuranları... Kendi adalet anlayışı bakımından sorun yok; "it uğursuz" kimdir, belli gibi görünüyor... Ama acaba öyle mi? Behzat Ç.'yi ve onun adalet duygusunu da rahatsız eden işler olabiliyor bazen hayatta... At izinin it izine karıştığı bir cinayet... Kim, niye öldürsün bu kızı? Hem niye bu şekilde? Siyaset karışmış desek?.. Garip... Öğrenci âlemine, başka âlemlere, ama asıl polis âlemine dikiz atan, entrikası bereketli bir polisiye...
6 Ekim 2013 / Pazar 16:00 - Kadıköy Akademi Kitabevi Kütüphanesi
Cani mi Masum mu? - Fazlı Necib / Tema: Polisiye
"...Selanik'ten kaçmamış olsa idim o caniler dayımı, o zavallı veliyy-i nimetimi öldürebilecekler miydi? Validen kahrından helak olur muydu? Ah! Ben, ben, bu cinayetlere, bu felaketlere hep ben sebebiyet verdim... Elini göğsüne koy! Vicdanına müracaat et, düşün, doğru söyle... Cani mi, masum mu?"
-Kitaptan-
"Üç gayretli araştırmacı akademisyen Seval Şahin, Didem Ardalı Büyükarman ve Banu Öztürk, Tübitak'a sundukları ve onaylattıkları bir proje ile erken dönem Osmanlı-Türk polisiye eserlerini konu edinen bir çalışmayı sürdürmektedirler.
Bu çalışmanın meyvelerini çok heyecanla beklerken üzerinde çalışılan eserlerden bugünkü okurlarca hiç bilinmeyen bazı yapıtların Latin harfleriyle ilk defa yayınlanıp okuyuculara sunulması olanağının çıkmasını da sevinçle karşıladık."
-Erol Üyepazarcı-
"...Selanik'ten kaçmamış olsa idim o caniler dayımı, o zavallı veliyy-i nimetimi öldürebilecekler miydi? Validen kahrından helak olur muydu? Ah! Ben, ben, bu cinayetlere, bu felaketlere hep ben sebebiyet verdim... Elini göğsüne koy! Vicdanına müracaat et, düşün, doğru söyle... Cani mi, masum mu?"
-Kitaptan-
"Üç gayretli araştırmacı akademisyen Seval Şahin, Didem Ardalı Büyükarman ve Banu Öztürk, Tübitak'a sundukları ve onaylattıkları bir proje ile erken dönem Osmanlı-Türk polisiye eserlerini konu edinen bir çalışmayı sürdürmektedirler.
Bu çalışmanın meyvelerini çok heyecanla beklerken üzerinde çalışılan eserlerden bugünkü okurlarca hiç bilinmeyen bazı yapıtların Latin harfleriyle ilk defa yayınlanıp okuyuculara sunulması olanağının çıkmasını da sevinçle karşıladık."
-Erol Üyepazarcı-
29 Eylül 2013 / Pazar 15:00 - Kadıköy Thales Cafe
Şili'de Gizlice - Gabriel Garcia Marquez / Tema: Direniş
1973 yılında, iri-yarı, siyah saçlı, sakallı bir sinema yönetmeni, askeri darbenin hemen ardından Şili'den kaçtı. On iki yıl sonra, zayıflamış, saçlarının rengi açılmış, sakalını kesmiş olarak geri döndü; sahte bir pasaportla, sahte bir ad altında, sahte bir geçmiş ve sahte bir eşle. Bu öykü, Pinochet yönetimi altındaki Şili'de hayatın nasıl olduğunu gerçek boyutlarıyla dünyanın gözleri önüne sermek uğruna özgürlüğünü tehlikeye atarak Şili'ye gizlice giren "Miguel Littin"in öyküsüdür. Ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez, Miguel Littin'le yaptığı tam onsekiz saatlik bir görüşmeden sonra bu öyküyü romanlarından tanıdığımız ustaca anlatımıyla kaleme aldı. Pinochet'nin Şili'sini, dışı cilalı, içi yozlaşan o diktatörlük yönetiminin gerçek yüzünü, bu yönetime karşı çıkan, kimi başarılı olan kimi de işkence gören, kaybolan sayısız Şilili'nin kahramanca direnişini, sürgünde yaşamanın acısını derinden hisseden "Littin"in serüvenini "Şili'de Gizlice" adı altında kitaplaştırdı.
1973 yılında, iri-yarı, siyah saçlı, sakallı bir sinema yönetmeni, askeri darbenin hemen ardından Şili'den kaçtı. On iki yıl sonra, zayıflamış, saçlarının rengi açılmış, sakalını kesmiş olarak geri döndü; sahte bir pasaportla, sahte bir ad altında, sahte bir geçmiş ve sahte bir eşle. Bu öykü, Pinochet yönetimi altındaki Şili'de hayatın nasıl olduğunu gerçek boyutlarıyla dünyanın gözleri önüne sermek uğruna özgürlüğünü tehlikeye atarak Şili'ye gizlice giren "Miguel Littin"in öyküsüdür. Ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez, Miguel Littin'le yaptığı tam onsekiz saatlik bir görüşmeden sonra bu öyküyü romanlarından tanıdığımız ustaca anlatımıyla kaleme aldı. Pinochet'nin Şili'sini, dışı cilalı, içi yozlaşan o diktatörlük yönetiminin gerçek yüzünü, bu yönetime karşı çıkan, kimi başarılı olan kimi de işkence gören, kaybolan sayısız Şilili'nin kahramanca direnişini, sürgünde yaşamanın acısını derinden hisseden "Littin"in serüvenini "Şili'de Gizlice" adı altında kitaplaştırdı.
8 Eylül 2013 / Pazar 15:00 - Kadıköy Thales Cafe
Ezilenlerin Pedagojisi - Paulo Freire / Tema: Direniş
Paulo Freire hayatını ezilenlerin eğitimine, özellikle de okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin eğitimine adamış bir eğitimci. Ezilenlerin Pedagojisi'nde ise sadece belli eğitim merkezlerinde uygulanacak alternatif bir pedagoji değil, amaçları kadar kullandığı araçlar da özgürlükçü olan bir özgürleşme siyaseti öneriyor. Ona göre, siyaset, kelimenin en geniş anlamıyla bir eğitim süreci çünkü. Freire öncelikle "bankacı eğitim modeli"ni reddeder. Bu modelde öğrenciler (ya da ezilenler), üzerlerine bilgi yatırımı yapılan pasif varlıklar, boş kaplardır. Bilgi onlara ihsan edilir, aktif bir araştırma sürecinin ürünü değildir. Onlar nesne, öğretmenler (ya da siyasal liderler) öznedir. Bu modelde dünya kapalı, durağan bir düzen, verili, tamamlanmış bir gerçeklik olarak sunulur. Diyalog değil, tek yanlı bir dayatma söz konusudur. Bu, ezilenleri kaderciliğe iten, özgürlükten korkmalarına yol açan ve bu yüzden de üzerlerindeki tahakkümü pekiştiren bir modeldir.
Freire buna karşı, ezilenlere dayatılmayan, onlarla diyalog içinde oluşturulan bir pedagoji (=siyaset), "problem tanımlayıcı eğitim" dediği bir model önerir. Ona göre kendini ne kadar devrimci sanırsa sansın, ezilenlere "nesne" muamelesi yapmayı sürdürerek otoriter ilişkileri yeniden üreten hiçbir pratik özgürleştirici olamaz. Özgürleşme, ezilenlere armağan edilecek bir şey değildir; onların özgürleşme mücadelesine özne olarak katılımlarının ürünüdür. Freire'in önerdiği model, insanların dünyayla ilişkilerindeki problemleri tanımlamalarını, dünyayı insanın kendini yaratma görevinde kullandığı bir malzeme olarak görmelerini sağlar. İnsanları "olma" sürecindeki, bitmemiş, yetkinleşmemiş ve dolayısıyla da yaratıcı varlıklar olarak görür. Bu yüzden de eğitimin içeriği ezilenlerle diyalog kurularak, onların "konusal evren"i dikkate alınarak belirlenmelidir. Diyaloğun ön şartı ise insanlara inanmaktır, sevmeyi becerebilmektir.
"Freire'in yazdıkları ve yaptıkları Türkiye'de alıştığımız, alıştırıldığımız yol gösterici düşünce ve uygulamaların tam zıddı. Özgürlük bir şeyler yapılarak varılacak bir yer değil, yapıların özünde olan bir şey. Bu kitabın benimki kadar başkalarının da dünya görüşünü temelden etkileyeceğini düşünüyorum."
-Gündüz Vassaf- Cumhuriyet Kitap
Paulo Freire hayatını ezilenlerin eğitimine, özellikle de okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin eğitimine adamış bir eğitimci. Ezilenlerin Pedagojisi'nde ise sadece belli eğitim merkezlerinde uygulanacak alternatif bir pedagoji değil, amaçları kadar kullandığı araçlar da özgürlükçü olan bir özgürleşme siyaseti öneriyor. Ona göre, siyaset, kelimenin en geniş anlamıyla bir eğitim süreci çünkü. Freire öncelikle "bankacı eğitim modeli"ni reddeder. Bu modelde öğrenciler (ya da ezilenler), üzerlerine bilgi yatırımı yapılan pasif varlıklar, boş kaplardır. Bilgi onlara ihsan edilir, aktif bir araştırma sürecinin ürünü değildir. Onlar nesne, öğretmenler (ya da siyasal liderler) öznedir. Bu modelde dünya kapalı, durağan bir düzen, verili, tamamlanmış bir gerçeklik olarak sunulur. Diyalog değil, tek yanlı bir dayatma söz konusudur. Bu, ezilenleri kaderciliğe iten, özgürlükten korkmalarına yol açan ve bu yüzden de üzerlerindeki tahakkümü pekiştiren bir modeldir.
Freire buna karşı, ezilenlere dayatılmayan, onlarla diyalog içinde oluşturulan bir pedagoji (=siyaset), "problem tanımlayıcı eğitim" dediği bir model önerir. Ona göre kendini ne kadar devrimci sanırsa sansın, ezilenlere "nesne" muamelesi yapmayı sürdürerek otoriter ilişkileri yeniden üreten hiçbir pratik özgürleştirici olamaz. Özgürleşme, ezilenlere armağan edilecek bir şey değildir; onların özgürleşme mücadelesine özne olarak katılımlarının ürünüdür. Freire'in önerdiği model, insanların dünyayla ilişkilerindeki problemleri tanımlamalarını, dünyayı insanın kendini yaratma görevinde kullandığı bir malzeme olarak görmelerini sağlar. İnsanları "olma" sürecindeki, bitmemiş, yetkinleşmemiş ve dolayısıyla da yaratıcı varlıklar olarak görür. Bu yüzden de eğitimin içeriği ezilenlerle diyalog kurularak, onların "konusal evren"i dikkate alınarak belirlenmelidir. Diyaloğun ön şartı ise insanlara inanmaktır, sevmeyi becerebilmektir.
"Freire'in yazdıkları ve yaptıkları Türkiye'de alıştığımız, alıştırıldığımız yol gösterici düşünce ve uygulamaların tam zıddı. Özgürlük bir şeyler yapılarak varılacak bir yer değil, yapıların özünde olan bir şey. Bu kitabın benimki kadar başkalarının da dünya görüşünü temelden etkileyeceğini düşünüyorum."
-Gündüz Vassaf- Cumhuriyet Kitap
25 Ağustos 2013 / Pazar 15:00 - Yoğurtçu Parkı
Arkadaş - Panait Istrati
Istratinin birçok eserinde adı geçen o unutulmaz Mihail, bu romanın başlıca kahramanıdır. İstrati burada en büyük dostunu nasıl tanıdığını, bu eşsiz insanı niçin ve nasıl sevdiğini, Tuna kıyısında birlikte geçen serüvenlerini, o her zaman ki sürükleyici, büyülü üslubuyla anlatıyor. Istratiye hayran olanlar bu kitabı okuduktan sonra onu daha çok seveceklerdir. Çünkü Istrati, Mihaille birlikte kendini, kendi dünya görüşünü en çok bu eserinde ortaya koymuştur.
Istratinin birçok eserinde adı geçen o unutulmaz Mihail, bu romanın başlıca kahramanıdır. İstrati burada en büyük dostunu nasıl tanıdığını, bu eşsiz insanı niçin ve nasıl sevdiğini, Tuna kıyısında birlikte geçen serüvenlerini, o her zaman ki sürükleyici, büyülü üslubuyla anlatıyor. Istratiye hayran olanlar bu kitabı okuduktan sonra onu daha çok seveceklerdir. Çünkü Istrati, Mihaille birlikte kendini, kendi dünya görüşünü en çok bu eserinde ortaya koymuştur.
4 Ağustos 2013 / Pazar 15:00 - Yoğurtçu Parkı Kütüphanesi
Zorba - Nikos Kazancakis
Zorba, Yunanlı ünlü yazar Nikos Kazancakisin olgunluk dönemi ürünü (1946). Ağır ve suskunlukla yüklü geçen karanlık bir dönemin tadı buruk ilk meyvesi. Nikos Kazancakis, çağdaş Yunan edebiyatının ancak buzlucam ardından seçilebilen, tedirgin ve büyük kişiliklerinden biri olarak çok tartışıldı, yanlış bilindi, az sevildi. Zorba adlı bu romanı, onun kendisiyle giriştiği bir tür sessiz hesaplaşma sayılabilir. Geçmişin, elden kayıp giden zamanın ve insanın temel yanılgılarının bir kez daha gözden geçirilmesidir bu roman. Zorba aracılığıyla Kazancakis özyaşamının yenilgiler ve soru işaretleriyle dolu bir bilançosunu çıkarır. Bu bağlamda ele alınınca, bu roman, Zorba ile yazarın yaşam öykülerinin çizili sınırları arasında sonsuz atkı ve çözgülerle sokunmuş büyülü bir kumaştır, denebilir; baştan sona sürekli bir arayışı, sonu gelmez çabaları yansıtan bir kanaviçedir; insanı arayışın serüvenidir...
Zorba, Yunanlı ünlü yazar Nikos Kazancakisin olgunluk dönemi ürünü (1946). Ağır ve suskunlukla yüklü geçen karanlık bir dönemin tadı buruk ilk meyvesi. Nikos Kazancakis, çağdaş Yunan edebiyatının ancak buzlucam ardından seçilebilen, tedirgin ve büyük kişiliklerinden biri olarak çok tartışıldı, yanlış bilindi, az sevildi. Zorba adlı bu romanı, onun kendisiyle giriştiği bir tür sessiz hesaplaşma sayılabilir. Geçmişin, elden kayıp giden zamanın ve insanın temel yanılgılarının bir kez daha gözden geçirilmesidir bu roman. Zorba aracılığıyla Kazancakis özyaşamının yenilgiler ve soru işaretleriyle dolu bir bilançosunu çıkarır. Bu bağlamda ele alınınca, bu roman, Zorba ile yazarın yaşam öykülerinin çizili sınırları arasında sonsuz atkı ve çözgülerle sokunmuş büyülü bir kumaştır, denebilir; baştan sona sürekli bir arayışı, sonu gelmez çabaları yansıtan bir kanaviçedir; insanı arayışın serüvenidir...
21 Temmuz 2013 / Pazar 15:00 - Yoğurtçu Parkı Kütüphanesi
Biz - Yevgeni Zamyatin
Rusça aslından çevirisiyle Türkçede ilk kez: Bütün bir yirminci yüzyıl edebiyatını etkileyen, Aldoux Huxley, Ayn Rand, George Orwell, Kurt Vonnegut, Ursula K. Le Guin için açık esin kaynağı olan BİZ, ilk kez özgün dilden çevirisiyle okurların karşısında.
Herkesin numaralarla adlandırıldığı ve her an dinlenip gözetlendiği bir ülkede, Tek Devlet’in komşu gezegenlere yayılmak için yaptırdığı uzay gemisinin çalışmalarına katılan bir mühendis günlük tutmaktadır. Herkesin devlete yararlı ve iyi olmasının övgüsüyle başlayan günlük, yavaş yavaş mühendisin devletin başındaki İyilikçi’nin matematiksel, kusursuz düzeninin sorgulanmasına dönüşür.
“Devlet kendini ve hedeflerini yaşatıyor, ama ölmeyi gönüllü olarak elbette kabul etmiyor – o yüzden yeni şimşekler, fırtınalar, kasırgalar başlayacak. Böyledir bu yasa, sonsuza dek fırtına gibi bir ‘d’ ile taçlanan o yumuşak ‘evrim’ böyledir. Fırtınanın güçlü nefesi bu sayfalarda duracak.”
Yevgeni Zamyatin
“Zamyatin belli bir ülkeyi değil sanayi uygarlığının hedeflerini değerlendiriyor. Bu kitabın konusu aslında Makine’dir, yani insanın şişesinden düşüncesizce çıkardığı ve tekrar şişesine sokamadığı o cin.”
George Orwell
“Otomatik Piyano’yu yazarken olay örgüsünü gururla Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sından ödünç aldım, o da zaten gururla Yevgeni Zamyatin’in BİZ’inden ödünç almıştı.”
Kurt Vonnegut
“Yazılmış en iyi bilimkurgu kitabı. İyi, zeki ve güçlü bir kitap; duygusal açıdan sarsıcı ve teknik açıdan, bilimkurgunun metafor menzilini kullanma tarzıyla, o zamandan bu yana yazılmış birçok kitaptan çok daha ilerde.”
Ursula K. Le Guin
Rusça aslından çevirisiyle Türkçede ilk kez: Bütün bir yirminci yüzyıl edebiyatını etkileyen, Aldoux Huxley, Ayn Rand, George Orwell, Kurt Vonnegut, Ursula K. Le Guin için açık esin kaynağı olan BİZ, ilk kez özgün dilden çevirisiyle okurların karşısında.
Herkesin numaralarla adlandırıldığı ve her an dinlenip gözetlendiği bir ülkede, Tek Devlet’in komşu gezegenlere yayılmak için yaptırdığı uzay gemisinin çalışmalarına katılan bir mühendis günlük tutmaktadır. Herkesin devlete yararlı ve iyi olmasının övgüsüyle başlayan günlük, yavaş yavaş mühendisin devletin başındaki İyilikçi’nin matematiksel, kusursuz düzeninin sorgulanmasına dönüşür.
“Devlet kendini ve hedeflerini yaşatıyor, ama ölmeyi gönüllü olarak elbette kabul etmiyor – o yüzden yeni şimşekler, fırtınalar, kasırgalar başlayacak. Böyledir bu yasa, sonsuza dek fırtına gibi bir ‘d’ ile taçlanan o yumuşak ‘evrim’ böyledir. Fırtınanın güçlü nefesi bu sayfalarda duracak.”
Yevgeni Zamyatin
“Zamyatin belli bir ülkeyi değil sanayi uygarlığının hedeflerini değerlendiriyor. Bu kitabın konusu aslında Makine’dir, yani insanın şişesinden düşüncesizce çıkardığı ve tekrar şişesine sokamadığı o cin.”
George Orwell
“Otomatik Piyano’yu yazarken olay örgüsünü gururla Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sından ödünç aldım, o da zaten gururla Yevgeni Zamyatin’in BİZ’inden ödünç almıştı.”
Kurt Vonnegut
“Yazılmış en iyi bilimkurgu kitabı. İyi, zeki ve güçlü bir kitap; duygusal açıdan sarsıcı ve teknik açıdan, bilimkurgunun metafor menzilini kullanma tarzıyla, o zamandan bu yana yazılmış birçok kitaptan çok daha ilerde.”
Ursula K. Le Guin
26 Mayıs 2013 / Pazar 15:00 @ Beyoğlu Orhan Veli Şiir Evi
Azil - Hakan Günday
Azil, içinizdeki derin uçuruma;düşünme, fark etme ve görme uçurumuna düşmek için bir fırsat. Ayaküstü düşebilirseniz ne âlâ !
Azil, içinizdeki derin uçuruma;düşünme, fark etme ve görme uçurumuna düşmek için bir fırsat. Ayaküstü düşebilirseniz ne âlâ !
12 Mayıs 2013 / Pazar 15:00 @ Beyoğlu SekSek Cafe
Author: 12 Dilber - Cem Şancı
Arka Kapak:
"Zihnimde bir yara var. Canımı yakan, durmadan kanayan, kapanacağı yerde devamlı yayılan, büyüyen, kocaman bir yara...
Ne zaman mantıksız, akıl dışı, ezbere, aptalca bir söz duysam; ne zaman insan kılığına bürünmüş ilkel maymunların cehalete bulanmış pis hesaplarının peşinde koştuğunu görsem üstüne tuz basılmış gibi sızlayan bir yara...
O yaradan tüm ruhuma sivri, paslı, soğuk bir bıçak ucuymuş gibi acılar saplandıkça göğsümden nefesim çekiliyor; bedenimi saran bütün kaslarım geriliyor; soğuk çarpmış gibi üşüyen yüzüme bir ekşime oturuyor ve belli belirsiz aralanan dudaklarımdan yine bir mırıldanma dökülüyor "Vay amına koyim!"
İşte ben buyum. Küfürbaz, terbiyesiz, ahlaksız, kötü adam. Kısaca, Author.
İsmim Author ama bu aslında dostlarımın bana taktığı bir mahlas. Gerçek ismimi unutalı ise çok zaman oldu. Teknik olarak, düzene, kurallara, yasaklara, beni şekle sokmaya çalışan herkese siktiri çeken bir orospu çocuğuyum.
Ama hayatımın acı vermeyen güzel yanları da yok değil. Mesela, güzel kadınlar. Gözlerimle incecik ayak bileklerinden, yumuşacık dudaklarına, büyülü gözlerine ulaşana dek önce çekici bedenleriyle aklımı başımdan alan; sonra sıcacık dokunuşlarıyla tenimden ruhuma akıp kalbimi çalan güzel kadınlar.
Bir de okurlarım var. Her an her yerde karşıma çıkabiliyorlar. Kendilerine Authorist diyorlar. Bir üniversitede öğrenci, bir devlet dairesinde memur, uluslararası bir şirkette CEO, mahalledeki bankanızda veznedar, bindiğiniz vapurda kaptan, yemek yediğiniz restoranda aşçı, her sabah okuduğunuz gazetede editör ya da semtinizin karakolunda polis...
Kendilerini cehaletle kavrulan, vahşetle kutsanan bu dünyanın içinde saklıyorlar; kimseye göstermeden ezberlere, düzene, akıl dışılığa vurup kaçıyorlar.
Anlaşıldığı üzre, hayatım avare, götüm tayyare, dostlarım bir yerlere kısılıp kalmış biçare, kadınlarımınsa ruhu kevaşe.
Kısaca söylemek gerekirse, adım Author. Annenizin damat olarak istemeyeceği adamım."
Arka Kapak:
"Zihnimde bir yara var. Canımı yakan, durmadan kanayan, kapanacağı yerde devamlı yayılan, büyüyen, kocaman bir yara...
Ne zaman mantıksız, akıl dışı, ezbere, aptalca bir söz duysam; ne zaman insan kılığına bürünmüş ilkel maymunların cehalete bulanmış pis hesaplarının peşinde koştuğunu görsem üstüne tuz basılmış gibi sızlayan bir yara...
O yaradan tüm ruhuma sivri, paslı, soğuk bir bıçak ucuymuş gibi acılar saplandıkça göğsümden nefesim çekiliyor; bedenimi saran bütün kaslarım geriliyor; soğuk çarpmış gibi üşüyen yüzüme bir ekşime oturuyor ve belli belirsiz aralanan dudaklarımdan yine bir mırıldanma dökülüyor "Vay amına koyim!"
İşte ben buyum. Küfürbaz, terbiyesiz, ahlaksız, kötü adam. Kısaca, Author.
İsmim Author ama bu aslında dostlarımın bana taktığı bir mahlas. Gerçek ismimi unutalı ise çok zaman oldu. Teknik olarak, düzene, kurallara, yasaklara, beni şekle sokmaya çalışan herkese siktiri çeken bir orospu çocuğuyum.
Ama hayatımın acı vermeyen güzel yanları da yok değil. Mesela, güzel kadınlar. Gözlerimle incecik ayak bileklerinden, yumuşacık dudaklarına, büyülü gözlerine ulaşana dek önce çekici bedenleriyle aklımı başımdan alan; sonra sıcacık dokunuşlarıyla tenimden ruhuma akıp kalbimi çalan güzel kadınlar.
Bir de okurlarım var. Her an her yerde karşıma çıkabiliyorlar. Kendilerine Authorist diyorlar. Bir üniversitede öğrenci, bir devlet dairesinde memur, uluslararası bir şirkette CEO, mahalledeki bankanızda veznedar, bindiğiniz vapurda kaptan, yemek yediğiniz restoranda aşçı, her sabah okuduğunuz gazetede editör ya da semtinizin karakolunda polis...
Kendilerini cehaletle kavrulan, vahşetle kutsanan bu dünyanın içinde saklıyorlar; kimseye göstermeden ezberlere, düzene, akıl dışılığa vurup kaçıyorlar.
Anlaşıldığı üzre, hayatım avare, götüm tayyare, dostlarım bir yerlere kısılıp kalmış biçare, kadınlarımınsa ruhu kevaşe.
Kısaca söylemek gerekirse, adım Author. Annenizin damat olarak istemeyeceği adamım."
21 Nisan 2013 / Pazar 15:00 @ Beyoğlu Orhan Veli Şiir Evi
Faust - Goethe
"Sanatta hiçbir zaman kusursuz yoktur, en iyi sayılabilecek bir yapıt ancak oldukça iyidir" sözleriyle sanat anlayışını belirten Goethe, sadece Almanya'nın değil, bütün Avrupa'nın en önemli dehalarından biridir. Yaşamı boyunca şiirden romana, felsefeden bilime kadar farklı alanlarda sayısı yüzlerle ifade edilen yapıta imza atmıştır.
Faust, Goethenin yazarlık yaşamının elli yıllık emeğini alarak, haklı bir üne kavuşmuş en önemli yapıtıdır.
Ruhsal özgürlüğe ulaşmanın maddi arzulardan sıyrılmak ve bencil olmamakla mümkün olabileceği fikrini işlediği bu yapıt, yazarın sanatının da doruk noktasıdır.
İnsanın şeytanla vardığı bir anlaşma ve bunun sonuçları üzerine kurulu bu yapıtıyla Goetheye yeniden hayranlık duyacak ve bu yapıtının yazarın elli yıllık emeğine değdiğini göreceksiniz.
"Sanatta hiçbir zaman kusursuz yoktur, en iyi sayılabilecek bir yapıt ancak oldukça iyidir" sözleriyle sanat anlayışını belirten Goethe, sadece Almanya'nın değil, bütün Avrupa'nın en önemli dehalarından biridir. Yaşamı boyunca şiirden romana, felsefeden bilime kadar farklı alanlarda sayısı yüzlerle ifade edilen yapıta imza atmıştır.
Faust, Goethenin yazarlık yaşamının elli yıllık emeğini alarak, haklı bir üne kavuşmuş en önemli yapıtıdır.
Ruhsal özgürlüğe ulaşmanın maddi arzulardan sıyrılmak ve bencil olmamakla mümkün olabileceği fikrini işlediği bu yapıt, yazarın sanatının da doruk noktasıdır.
İnsanın şeytanla vardığı bir anlaşma ve bunun sonuçları üzerine kurulu bu yapıtıyla Goetheye yeniden hayranlık duyacak ve bu yapıtının yazarın elli yıllık emeğine değdiğini göreceksiniz.
31 Mart 2013 / Pazar 15:00 @ Beyoğlu Orhan Veli Şiir Evi
Postmodernliğin Durumu - David Harvey
Son yıllarda günümüz dünyasını betimlemede kullanılan "postmodern durum" üzerine, postmodern kültür, mimari, sanat ve toplum üzerine pek çok şey yazıldı. David Harvey, Postmodernliğin Durumu´nda başlangıç olarak terimin farklı anlamlarını inceliyor ve modernizm sonrası toplumsal yaşantıyı anlamakta bu kavramlaştırmayı kullanmanın ne ölçüde uygun ve yararlı olduğunu tartışıyor.
Ancak Postmodernliğin Durumu, bir kitap olarak bundan çok daha fazlasını vaat ediyor. Yazar, Aydınlanma´dan günümüze uzanan dönem boyunca modernizmin toplumsal bir tarihini kuruyor ve modernizmin politik ve toplumsal düşünce ve hareketler içindeki, sanat, edebiyat ve mimarideki ifadelerini inceliyor. En dikkat çekici ve Harvey´e özgü vurgulama ise, zaman ve mekân algılamalarımızın yine zaman ve mekân boyunca nasıl bir değişim gösterdiği ve bu değişimin bireylerin değerleri ve toplumsal süreçleri üzerinde nasıl etkili olduğudur. Bu kitap sadece doğrudan sosyal bilimlerle ilgili olanlar için değil, günümüz dünyasındaki değişimleri anlamakta ısrarlı olan, araştırmaktan çekinmeyen genel okur için de son derece ilgi çekici... Son dönemde, düşünce tarihine ve zihniyetlerin toplumsal ve politik değişme ile ilgisinin kurulmasına yapılmış zengin bir katkı... ...
Son yıllarda günümüz dünyasını betimlemede kullanılan "postmodern durum" üzerine, postmodern kültür, mimari, sanat ve toplum üzerine pek çok şey yazıldı. David Harvey, Postmodernliğin Durumu´nda başlangıç olarak terimin farklı anlamlarını inceliyor ve modernizm sonrası toplumsal yaşantıyı anlamakta bu kavramlaştırmayı kullanmanın ne ölçüde uygun ve yararlı olduğunu tartışıyor.
Ancak Postmodernliğin Durumu, bir kitap olarak bundan çok daha fazlasını vaat ediyor. Yazar, Aydınlanma´dan günümüze uzanan dönem boyunca modernizmin toplumsal bir tarihini kuruyor ve modernizmin politik ve toplumsal düşünce ve hareketler içindeki, sanat, edebiyat ve mimarideki ifadelerini inceliyor. En dikkat çekici ve Harvey´e özgü vurgulama ise, zaman ve mekân algılamalarımızın yine zaman ve mekân boyunca nasıl bir değişim gösterdiği ve bu değişimin bireylerin değerleri ve toplumsal süreçleri üzerinde nasıl etkili olduğudur. Bu kitap sadece doğrudan sosyal bilimlerle ilgili olanlar için değil, günümüz dünyasındaki değişimleri anlamakta ısrarlı olan, araştırmaktan çekinmeyen genel okur için de son derece ilgi çekici... Son dönemde, düşünce tarihine ve zihniyetlerin toplumsal ve politik değişme ile ilgisinin kurulmasına yapılmış zengin bir katkı... ...
9 Mart 2013 / Cumartesi 15:00 @ Beyoğlu Orhan Veli Şiir Evi
Minima Moralia - Theodor Adorno
Minime Moralia, Adorno'nun başyapıtıdır. İlgilendiği bütün alanları bu kitapta bazen birkaç sayfalık tek bir fragman içinde bir araya getirmiştir. Felsefe günlük yaşam siyaset ve işçi hareketinin tarihi edebiyat ve müzik, psikoloji, faşizm, ırkçılık ve savaş.Bir polemik kitabı olarak da görülebilir: Bütün bu konuları, karşılarında eleştirel bir tutum aldığı düşünce sistemleriyle (örneğin varoluşçuluk veya psikanaliz) ve Heidegger gibi düşünürlerle kimi zaman açık kimi zaman örtük bir tartışma içinde işlemektedir. Adorno'nun kendine özgü yöntemi de bu kitapta en güçlü ifadesini bulur: İlk bakışta önemsiz görünebilen tek bir olay ya da nesne (örneğin astroloji) Adorno'nun merceği altında, büyük tarihsel eğilimleri açıklayan bir şifre olarak belirmektedir.
Sunuş yazısında kendisi şöyle diyor: "Kitabın her üç bölümünde de çıkış noktası, en dar haliyle özel alandır... Buradan toplumsal ve antropolojik boyutları daha belirgin olan düşüncelere geçilir; bunlar, psikoloji, estetik ve özneyle ilişkisi içinde bilimle ilgilidir. Her bölümün sonundaki aforizmalar da, bu düşünceleri felsefeye doğru geliştirir." Ama bu parçalar kitabına herhangi bir yerinden girmek de mümkündür: Amacının "her noktası merkeze aynı uzaklıkta olan bir yazıya" ulaşmak olduğunu yine bu kitabın bir yerinde Adorno'nun kendisi söylemiştir.
Minime Moralia, Adorno'nun başyapıtıdır. İlgilendiği bütün alanları bu kitapta bazen birkaç sayfalık tek bir fragman içinde bir araya getirmiştir. Felsefe günlük yaşam siyaset ve işçi hareketinin tarihi edebiyat ve müzik, psikoloji, faşizm, ırkçılık ve savaş.Bir polemik kitabı olarak da görülebilir: Bütün bu konuları, karşılarında eleştirel bir tutum aldığı düşünce sistemleriyle (örneğin varoluşçuluk veya psikanaliz) ve Heidegger gibi düşünürlerle kimi zaman açık kimi zaman örtük bir tartışma içinde işlemektedir. Adorno'nun kendine özgü yöntemi de bu kitapta en güçlü ifadesini bulur: İlk bakışta önemsiz görünebilen tek bir olay ya da nesne (örneğin astroloji) Adorno'nun merceği altında, büyük tarihsel eğilimleri açıklayan bir şifre olarak belirmektedir.
Sunuş yazısında kendisi şöyle diyor: "Kitabın her üç bölümünde de çıkış noktası, en dar haliyle özel alandır... Buradan toplumsal ve antropolojik boyutları daha belirgin olan düşüncelere geçilir; bunlar, psikoloji, estetik ve özneyle ilişkisi içinde bilimle ilgilidir. Her bölümün sonundaki aforizmalar da, bu düşünceleri felsefeye doğru geliştirir." Ama bu parçalar kitabına herhangi bir yerinden girmek de mümkündür: Amacının "her noktası merkeze aynı uzaklıkta olan bir yazıya" ulaşmak olduğunu yine bu kitabın bir yerinde Adorno'nun kendisi söylemiştir.
23 Şubat 2013 / Cumartesi 15:00 @ Orhan Veli Şiir Evi
Demir Ökçe - Jack London
Jack London’ın 1907’de yayımlanan Demir Ökçe adlı eseri, modern karşı-ütopyacı romanların ilki sayılır. Totaliter ve baskıcı sistemdeki toplumu tanımlamak için kullanılan karşı-ütopya kavramı, bu kitapta, ABD’de oligarşik bir tiranlığın yükselişinde yansıyor. George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanına da esin kaynağı olan Demir Ökçe, toplumda ve siyasette gelecekte yer alacak değişiklikleri irdeler. Jack London’ın ileride ABD’de bir çöküş yaşanacağı yolundaki öngörüsü tam anlamıyla gerçekleşmemişse de, yazarın uluslararası gerginliklerle ilgili görüşleri birkaç yıl farkla da olsa gerçek tarihle örtüşür. Demir Ökçe’de 1913’te başlayan bu çatışma, gerçekte 1914’te patlak vermiştir. Dahası, London sadece 1914’te olanları değil, İkinci Dünya Savaşı’na giden olayları da kehanette bulunurcasına öngörmüş; faşist yapılanmanın dünyayı nasıl dehşete sürükleyeceğini ve bunun karşısındaki devrimci duruşun nasıl olması gerektiğini dile getirmiştir.
Ne yazık ki geçen zaman London’ın kehanetlerini doğrular niteliktedir.
Jack London’ın 1907’de yayımlanan Demir Ökçe adlı eseri, modern karşı-ütopyacı romanların ilki sayılır. Totaliter ve baskıcı sistemdeki toplumu tanımlamak için kullanılan karşı-ütopya kavramı, bu kitapta, ABD’de oligarşik bir tiranlığın yükselişinde yansıyor. George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanına da esin kaynağı olan Demir Ökçe, toplumda ve siyasette gelecekte yer alacak değişiklikleri irdeler. Jack London’ın ileride ABD’de bir çöküş yaşanacağı yolundaki öngörüsü tam anlamıyla gerçekleşmemişse de, yazarın uluslararası gerginliklerle ilgili görüşleri birkaç yıl farkla da olsa gerçek tarihle örtüşür. Demir Ökçe’de 1913’te başlayan bu çatışma, gerçekte 1914’te patlak vermiştir. Dahası, London sadece 1914’te olanları değil, İkinci Dünya Savaşı’na giden olayları da kehanette bulunurcasına öngörmüş; faşist yapılanmanın dünyayı nasıl dehşete sürükleyeceğini ve bunun karşısındaki devrimci duruşun nasıl olması gerektiğini dile getirmiştir.
Ne yazık ki geçen zaman London’ın kehanetlerini doğrular niteliktedir.
9 Şubat 2013 / Cumartesi 15:00 @ Leylek Cafe Sanat Evi
Kozmos Evrenin ve Yaşamın Sırları - Carl Sagan
- İnsanoğlu Uzay Okyanusuna Açılıyor
- Canlıların ve Evrenin Yapısı
- Doğa Yasaları Tüm Evrende Geçerlidir
- Cennet ve Cehennem
- Başka Gezegenlerde Yaşam Var mı?
- Keşif Yolculuklarının Öyküsü
- Samanyolu: Gecenin Belkemiği
- Zaman ve Mekân İçinde Yolculuk
- Başka Evrenlerin Kapısı Kara Delikler
- Sonsuzluğun Kıyısı: Dördüncü Boyut
- Aklın Evrimi
- Galaktik Uygarlık
- Yaşamak ya da Yok Olmak Konusunda Kim Karar Verecek?